Ana içeriğe atla

400.000 YILLIK TARİHE GÖRÜLDÜ ATMAK


Bir mesaj gönderme hakkınız var ama nereye ve ne zaman gideceğini asla bilemeyeceksiniz. Gönderir miydiniz? Göndereceğinizi varsayalım. Nasıl gönderirsiniz? Posta yoluyla mı? Çölde kum fırtınasının ortasına bırakarak mı? Gecenin karanlığında hareket eden otobüsün camından yolun kenarına fırlatarak mı?

Bu Harold Hackett. Yıllardır nereye ve ne zaman ulaşacağı belli olmayan mesajlarını okyanusa bırakarak binlerce arkadaş elde etti. Kanadadaki Prens Edward Adası’ndan Atlantik okyanusuna bıraktığı mesajlara ABD’nin doğu kıyılarından, Güney Amerikadan, Rusyadan hatta Afrikadan bile cevaplar almış. Bu adamın yaptığı şeyin doğruluğunu veya yanlışlığını tartışmıyoruz. Şu an size anlatmak istediğim şey, bir mesajı geleceğe taşımak. Yoksa tabi ki okyanusları kirletmenizi istemem. Peki siz bir notu geleceğe taşımak isteseniz içeriğinde neler yazardınız? Didaktik bir yazı mı olurdu yoksa sadece eğlencesine “bunu yazan tosun okuyana kosun” gibi şeyler mi yazardınız? Yani evet bunu da yazabilirsiniz sonuçta bu sizin elinizde olan bir şey. Ama bunun ne geleceğe ne de okuyana bir faydası olacağını düşünmüyorum. Harold Hackett’in şişedeki mesajları gönderildikten yıllar sonra birilerine ulaşıyordu. Ama şişedeki en eski mesajın sahibi değildi. Bu güne kadar bulunması en uzun süren şişedeki mesaj 1886 da okyanusa bırakıldıktan tam 132 yıl sonra bulundu. Bu şişenin içinde romantik bir hikaye yazmıyordu. Sadece Almanların Kuzey denizinin akıntıları üzerine yaptıkları bir çalışmaydı ve şişenin içerisinde de mesajın alman konsolosluğuna geri iade edilmesi isteniyordu.

Aslında bundan daha eski olduğu tahmin edilen ama doğruluğu kanıtlanamayan bir şişe daha var. 1784 yılında okyanusa bırakıldıktan tam 151 yıl sonra Japonyada bulunmuş. Bu mesajın Japon denizci Matsuyama tarafından okyanusa bırakıldığı düşünülüyor. Şişedeki mesajdaysa geminin karaya vurmasından sonra ölümünden hemen önce bir hindistan cevizi kabuğuna yaşadıklarını kazıyarak detaylarını anlatmış.

Bir başka acı örnek. 20.yy da savaşlarda esir düşen askerler sevdiklerine son mesajlarını göndermek için şişeleri kullanmışlar. Almanya tarafından 1915 yılında vurulan Lusitania gemisindeki bir askerin sadece şu sözleri yazmak için vakti kalmıştı. “Hala birkaç kişiyle güvertedeyim. Son tekneler gitti. Hızla batıyoruz. Son yaklaşıyor. Belki bu not...”(gök gürültüsü bomba sesi)

1912 yılında Titanik batmaya başladıktan sonra 19 yaşında son mesajını okyanusa bırakan Jeremiah ise şu sözleri kaydetmişti. “Titanikten, hepiniz hoşçakalın.”

Tabi bunlardan çok daha eski mesajlar da var. Ancak denizde değil. Karada.

Bu yılın Kasım ayında Bursa’da 1500 yaşında bir mesaj bulundu. 5.yy a ait bu mesaj aslında bir mezar taşıydı. Mezar taşının üzerine bu yazı bir kadın tarafından yazdırılmış veya yazılmıştı. Taşın üzerinde şunlar yazıyordu.

 “Ben Herennia Vitalia. Bu tabutu 48 yıl yaşayan ve Phretens'in ilk lejyonu olan sevgili kocam Lulius Valentinus Christian ve 14 yıl yaşayan oğlum Lul için diktim. Kimsenin tabutu yok etmesine izin verilmemelidir. Ama kim onu yok ederse kıyamet günü tanrıya hesap verecektir”

Aslında mezar taşının Türkçe karşılığını okuyana kadar gayet heyecanlıydım. Ama anlamını okuyunca pekte ilgimi çekmedi. Yani 1500 yıllık bir mesajsın ve bana söylediğin şey o tabutu yok edersem Allah’ın bana belamı vereceği. Neyse.

Geçmişten gelen mesajlar sürekli ilgi çekici olmuştur. Çünkü insan okurken veya izlerken; neydi, şimdi ne olmuş diye geçirir kafasından. Aslında geçmişe her bakış, gelecek için bir derstir. Tarih bize başkalarının hatalarından ders alma fırsatını verir. Tüm insanlar, yaşayan birer tarihtir. Geçmişteki mesajları okumak bu yüzden önemlidir. Okumak aslında bir nevi ömrü uzatır. Çünkü yapacağınız şeylerin sonuçlarını düşünme kabiliyetinizi geliştirir. Beş hata yapacaksanız iki hata yaparsınız çünkü kalan üç şeyin doğru olmadığını ön görürsünüz. Belki okyanus kıyısından şişedeki bir mesaja denk gelecek kadar şansınız olmayabilir. Ama bir kütüphaneye gittiğiniz zaman okyanus kıyısında mesaj bulmaktan çok daha fazlası önünüzdedir aslında. Bu yüzden geçmişten ders almak her zaman için sizi bir adım önde kılacak. Bu yüzden okumak önemlidir. Ama bilgiyi okumak önemlidir.

Bilgiyi okumak kadar, aktarmakta önemlidir. Bağdat kütüphanesini muhtemelen duymuşsunuzdur. Hani şu Dicle nehrinin mürekkep renginde akmasına sebep olan kütüphane. 13.yy da bağdat’a giren Moğollar yaklaşık 200.000 kişiyi katletti. Moğolların hükumdarı Hülagü, insanları katletmekle kalmamış, o dönem İslemiyetin en büyük ilim merkezlerinden bir olan Bağdat kütüphanesini de yok etmişti. Bu kütüphanenin yok edilmesi ile ilgili bir rivayete göre Kütüphanedeki kitaplar Dicle nehrine atıldı. O kadar çok sayıda kitap vardı ki kitaplar nehir üzerinde köprü oluşturmuş yayaların ve atlıların geçmesini sağlamış. Hatta nehrin rengi akan mürekkeple birleşerek siyaha dönüşmüş.

Benzer olarak Endülüs kütüphanesi Bu günki İspanyanın İspanyollar tarafından yeniden alınmasından sonra, Müslümanların izinin silinmesi için yakılmış çok büyük bir kütüphanedir. Hatta Fransız fizikçi Pierre Curie, Endülüs kütüphanesi hakkında “Müslüman Endülüs’ten bize 30 kitap kaldı, atomu parçalayabildik. Eğer yakılan bir milyon kitabın yarısı kurtulmuş olsaydı şu an galaksiler arasında geziyor olurduk” demiş. Bu sözün doğruluğuyla alakalı bulabildiğim en eski kaynak 1979 yılında cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir yazı. Bu yazıya açıklamadaki blok linkimden ulaşabilirsiniz.

Bence yazılacak bir mesaj geçmişten bir haber taşımalı. O haberi bilinmeyen bu uçsuz bucaksız yolda geleceğe götürmeli. Ancak bu şekilde gerçek bir mesaj olabilir. Yoksa boş bir kağıttan ibarettir. Bunu şöyle kanıtlayabilirim.

Türklerin bilinen en eski mesajı Orhun yazıtlarıdır. Bu sefer mesaj bir kağıt üzerine kalemle değil, taş üzerine çiviyle kazılmış. Hatta bu yazılı taşların sonsuza kadar kalacağını düşünüyorlardı. Bu yüzden Kağanlar bu taşlara Bengü taş yani sonu olmayan, ebedi taş ismini vermişler. 8. Yy da dikilen bu anıtlar Göktürk hükümdarı Bilge kağan ve Kül Tigin’in kahramanlıklarından bahseder.

 Dünyamız 4,5 milyar yıldır var ve üzerinde de milyar yaşında milyarlarca taş var. 8. Yy da yazılan orhun yazıtlarının bu kadar ilgimizi çekmesinin sebebi ise geçmişten bir mesajı günümüze taşıması. Orhun yazıtları 6 adet yazılı taştan oluşur. Yani bulunan 6 tane taş var. Belki daha fazlaydı ama 700 lü yıllardan bu güne kadar 6 tanesini bulabildik. Belki okyanusa mesaj bırakan adam gibi binlerce taşa yazılar yazılsaydı, bu mesajların bize ulaşma şansı artardı. Hatta belki de öyledir bile. Bu yazıtların yazıldığı günden yaklaşık 1150 yıl sonra bulunacağını kim bilebilirdi ki? Bu gün onların mesajlarını okuyabiliyoruz. Ama oraya gidemiyoruz.

Çok ilginç değil mi geçmişi görebiliyoruz ama oraya gidemiyoruz. Geleceği göremiyoruz ama gidebiliyoruz.

Benzer şekilde ilerde bulabilirse bir yaşam formunun okuması için uzaya bir mesaj gönderdik.  Dünya dışı varlıkların varlığına dair bir kanıtımız yok. Ama olmadıklarına dair de bir kanıtımız yok. Olası dünya dışı yaşam formlarının varlığına inanarak, evreni bizlerle paylaştıklarına dair 1977 yılında uzaya Voyager 1 i gönderdik. Ardından kardeşi ile aynı işleve sahip voyager 2 yi gönderdik. Uzaya gönderdiğimiz şişedeki bu iki mesaj belki bundan binlerce yıl sonra bir canlıya ulaşacak ve onun geçmişi görmesini sağlayak. Geçmişteki bilgiler ışığında geleceğine yön verecek. Ve belki bazı şeyleri sıfırdan öğrenmeye uğraşmak yerine, uzayın derinliklerine bıraktığımız bilgilerin üstüne ekleyerek onlarca yıl karda olacak. Zaman kaybetmeyecek.

Peki ya gönderdiğimiz bu plaktaki mesaj bir canlıya ulaştığı zaman değerini anlayamaz ve onu bir yelpaze olarak kullanırsa? Sizce bu gün tarihi mesajların hepsine hak ettiği değeri veriyor muyuz?

İstanbuldaki Yarımburgaz mağarasını hiç duydunuz mu? Sadece Türkiye için değil aynı zamanda Dünya uygarlık tarihi için benzersiz bir yer. Alt paleolitik dönemden Roma döneminin sonuna kadar her dönemden bir iz getirmiş günümüze. Ayasofyadan bile bilge bir mağara. Yaklaşık 400.000 yaşında. İlk insanların kullandığı aletlerden Bizans’ın yapılarına kadar, taş devrinden yakın dönem arkeolojisine kadar tüm bilgileri içinde barındırıyor. Hatta bölgenin iklim tarihi bile bu mağarada gizlenmiş. Bu denli önemli bir mağara bu gün sadece define avcıları ve madde bağımlılarının yuvası haline gelmiş. Hak ettiği tarihi değeri vermek bir yana dursun 1983 yılında gösterime girecek “Yor’un Öyküsü” adlı filmin çekimleri için, mağaranın içine kepçeyle büyük bir çukur kazılmış ve bu çukura 40 ton su doldurulmuş.(video)   (altyazı: Tahribatların dozu mağarayı yok edecek aşamaya geldiği için 1986 yılında kurtarma kazısı başlatıldı. Kapısı ise demir parmaklıklarla kapatıldı.


KAYNAKÇA

https://www.bbc.com/news/av/magazine-14859116 Harold Hackett

https://www.fikriyat.com/galeri/tarih/tarihin-en-acimasiz-olayi-mogollarin-bagdattaki-katliami/9

https://tr.wikipedia.org/wiki/Reconquista -> İspanyanın yeniden fethi sırasında kütüphanelerin yakılması.

https://www.cumhuriyetarsivi.com/katalog/192/sayfa/1979/7/30/13.xhtml -> Cumhuriyet gazetesi arşivi Pierre Cuire

https://www.yeniasya.com.tr/roportaj/musluman-endulus-ten-bize-30-kitap-kaldi-atomu-parcalayabildik_382806 Endülüs kütüphanesi hakkında.

https://www.guinnessworldrecords.com/news/2018/3/worlds-oldest-message-in-a-bottle-confirmed-132-years-after-being-thrown-overb-517329  Bulunan en eski şişedeki mesaj

https://nymag.com/news/intelligencer/topic/solo-message-in-a-bottle-2013-7/ Askerlerin mesajları ve titanikten gelen mesaj.

https://tr.wikipedia.org/wiki/RMS_Lusitania Lusitania gemisi

https://www.sondakika.com/haber/haber-iznik-te-roma-donemine-ait-mezar-tasi-kesfedildi-13754607/ Bursa’da 1500 yıllık mezar taşı

https://www.nationalgeographic.com/news/2012/9/120918-oldest-message-in-a-bottle-science-history-messages/


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ayaklarınla da tat alabilirsin

      Size bir soru: Hangi canlı ayaklarıyla tat alabilir? Siz bunu düşünürken ben hem cevabı hazırlayım hem de biraz bir şeyler anlatayım. Bildiğiniz gibi canlılar birbirlerinden farklı özelliklere sahiptir. Aslında bu her canlıya verilmiş bir süper güçtür. Önemli bir güçtür. Ama o türe ait her canlıda bu güç bulunduğu için pekte önemli değildir. Mesela köpeklerin burnu insanlara göre binlerce kat daha fazla koku ayrıt eder. Köpek balıkları suyun içindeki kan kokusunu kilometrelerce öteden alır. Çitalar saatte 100km hıza kadar ulaşabilir, elektrikli yılan balıkları elektrik üretebilir aynı şekilde vatoz balıkları da öyle. Kaplumbağalar çok uzun yaşayabilirler. Tembel hayvan günün 18 saatini uyuyarak geçirebilir. Bu da bir süper güç sonuçta. Ağaçlar ve su yosunları oksijen üretir. Keçilerin göz bebekleri dikdörtgendir. Kuşlar uçar, balıklar suyun altında solunum yapar daha binlerce şey sayılabilir. Bizim sorumuza gelelim. Hangi canlı ayaklarıyla tat alabilir? İşte bu...

Savunmasız kaldığında insanlar vahşileşebilir. | SUKU & Ritim 0

  Geçtiğimiz günlerde bir videoya denk geldim. Tolga Özuygur YouTube kanalında bir bitkiyi internetten herkesin sulayabileceği bir sistem yaptığı video paylaşmış. Yani bitkiyi internete bağlamış gibi bir şey olmuş. Sistem sadece bitkiyi sulamanızı sağlamıyor, toprağının nemini ölçen bir cihaza da bağlı. Bitki fazla sulanırsa suyun buharlaşma hızını artırmak için üzerine bir fan bağlanmış. Bu fan toprağın nemini bir nebze olsun azaltmaya yarıyor. Bu bitki dediğim gibi internete bağlı bir canlı. Binlerce insan bu bitkiyi Discord aracılığıyla saksıya yerleştirilmiş cihaz sayesinde belirlenen komutları sohbet bölümüne yazarak sulayabiliyor. Sudaki nem oranını öğrenebiliyor. Hatta yine Discord üzerinden bu bitkinin anlık olarak fotoğrafını çekip durumunu görebiliyoruz. Suku adı verilen bu bitkinin içinde bulunduğu deneyin amacı ise SUKU’yu yaşatmak. Saksısının fazla suyu atması için altında delikleri yok. Çünkü fazla sulanırsa fazla sulanması amaçlanmış zaten. Seçilen bitki ise ne susuz...

At neden L şeklinde gider

    Satranç oyunu aslında bir savaştır. İçinde kan olmayan zihinsel bir savaştır. Belki de kazananı olan tek savaştır diyebilirim. Zaten ortaya çıkma hikayesi de savaşmayı çok seven bir Krala dayanıyor. Bundan yıllar yıllar önce Hindistan’da savaş yapmaya doymayan bir kral yaşarmış. Bu kral her seferinde yeni bir savaş stratejisi denediği farklı ülkelere saldırırmış. Savaşacak bir durum var ya da yok bakmaz, bir şekilde savaş çıkarırmış. E haliyle halk bu kraldan bıkmış. İsyan çıkaralım demişler olmamış. Sonra akıllarına Hindistan’ın en bilge adamına danışmak gelmiş. Yanına gitmişler ve Ey alim bilge, bizi bu zalim kralın zulmünden kurtar demişler. Bilge adam bir müddet zaman istemiş. Aradan geçen birkaç gün sonra bilge adam elindeki kutuyla kralın kapısına gitmiş. Herkes merakla çevresine toplanmış. Kral kutuyu almış, kapağı açmış ve içinden... ...bugün satranç olarak bildiğimiz bu oyun çıkmış. Bilge adam oyunu anlatmış, kral oyunu o kadar sevmiş ki bir daha asla sava...