Ana içeriğe atla

Neden bu kadar çay içiyoruz? Çayın kısa tarihi

 


    Sevgilinin nazına benzer çayın demi. Su aşkla kaynamadıysa güzel olmaz. Bardak ince belli değilse, gönle dokunmaz. Demleyenin eli güzel değilse, lezzetini vermez. Çay, nazını çekmeyene lezzetini göstermez. Dertliyken , mutluyken, yalnızken veya hiçbir sebep yokken çay her zaman yanımızdadır. Her ortama uyum sağlar.  Her anımıza ortak olabilir çünkü bizden biri gibidir. Peki çay tüketim sırasında Dünya’da kaçıncıyız, neden bu kadar çay içiyoruz ve ne zamandır bu kadar çay içiyoruz? Bu videoda bunlardan bahsedeceğim ama önce ufak bir açıklama yapmak istiyorum.

Aslında Bu hafta Kozmik ışınlardan, atomaltı parçaçıklardan ve bunların bıraktığı izleri görmemiz için geliştirilmiş “bulut odası” adlı bir cihazdan bahsedecektim. Ancak beni daha az zorlayacak bu konuyu araştırmak istedim. Fizik ve uzay gibi konuları araştırmak ve anlamak haliyle daha fazla zamanımı alıyor. Bunun karşılığında da izlenme ve yorum sayısı motivasyonumu yeterince yüksek tutamıyor. Eğer kanalımın faydalı olduğunu ve daha fazla insana ulaşması gerektiğini düşünüyorsanız lütfen beğenin ve yorum yapın.

Dünya üzerinde çay içme sırasında Türkiye açık ara birincidir. 2016 yılında yapılan kişi başına düşen yıllık çay tüketimine göre sıralanan ülkeler arasında kişi başı 3,16 kilo ile Türkiye birinci, İrlanla ise 2,19 kilo ile ikinci sıradadır. Türkiye’de bu kadar çok tüketilmesine rağmen çayın kökeni aslında Çinlilere dayanır.

Anlatılan bir efsaneye göre MÖ 2732’de Çin imparatoru Shen Nung altında oturduğu bir ağacın yarpaklarının kaynayan su kabına düşmesiyle çayı keşfetti. Ortaya çıkan içeceğin hoş kokusundan etkilendi ve içti. Shen Nung demleme yöntemiyle yapılan bu içeceğe Çince “araştırmak” anlamına gelen  Cha adını verdi.

Çin alfabesi diye bir şey yoktur. Çince yazmak için karakterleri birbirlerine bağlayıp yeni kelimeler üretirsiniz. Çin’de de Cha dan bahsedilirken tahta dalları, çimenleri ve ikisi arasındaki bir adamı gösteren özel bir yazılı karakter kullanılır. Bu karakter aynı zamanda Çin kültürü için çayın insan ile doğayı dengeye getirme şeklini simgeler. Çin imparatorluğu mahsulün hazırlanmasını ve yetiştirilmesini sıkı bir şekilde kontrol ediyordu. Hatta muhtemelen saflıklarından dolayı sadece genç kadınların çay yapraklarını işlemesine izin veriliyordu. Hatta bu o kadar önemli bir işti ki çalışan bu genç kadınlar parmak uçlarındaki kokuların değerli çay yapraklarını kirletmemesi için güçlü kokulu şeyler tüketmezlerdi.

17. yy ortalarına kadar Çin’de sadece yeşil çay vardı. İhracat arttıkça çay yapraklarının nasıl daha iyi korunabileceği düşünüldü ve özel bir fermantasyon süreci geliştirildi. Bu sürecin sonunda ise lezzetini ve aromasını yeşil çaydan daha uzun süre koruyabilen siyah çay keşfedildi. Peki Türkler’e ne zaman ulaştı?

 Türklerin çayla 1500’lü yıllarda İpek Yolu sayesinde tanıştığı düşünülür. Ancak 1800lerin sonlarına kadar popülerlik kazanamamıştır. Gerçekten bu kadar popüler olması ve bu kadar çok tüketilmesi 20. Yy da olmuştur. Yani çayın 5000 yıllık tarihinde oldukça yeni bir gelenektir Türk çayı.

1917 yılında Türkiye’de çay dikmek ve yetiştirmek için ilk girişimler yapıldı ancak kurtuluş savaşı nedeniyle bu çalışmalar başarısız oldu. 1940 yılında Çay kanunu çıkarıldı. Bu kanun direkt olarak çay konusunu ele alan bir kanundu ve ülkemizde çaycılık, kanunla güvence altına alınmıştı. Bu da çayın üretimini önemli ölçüde arttırmış ve ihracatı yapılarak Türkiye için önemli bir gelir kaynağı haline getirmişti

Aslında çayın felsefesi, kültürü, bizden biri gibi olması bir yana bence Türkiye’de çayın bu kadar yaygınlaşmasının sebebi ekonomik nedenlerdi.

Birinci Dünya savaşından sonra kahvenin fiyatı aldı başını gitti. Bir bardak kahve, 4 bardak çaya bedeldi. Çayın kendi ülkemizde yetiştirilmeye başlanması ve kendi ülkemizde işlenmesi fiyatını önemli oranda ucuzlatıyordu. Bu da dönemin insanlarını çaya yönlendirdi. Çay sevdamız bence bu şekilde başlamış oldu.

Çay öyle bir içecektir ki, yalnızken de eşlik eder; birlikteyken de eşlik eder. Hep beraber oturup bir demlik çay bitirilir. Her ortama uyum sağlar. Zengini, fakiri yoktur; herkese hitap eder. Çay bardağında gizlenmiş samimiyetler, dostluklar ve sevgiler vardır. Oturup içilen bir bardak çay, bu saklı dostlukları ortaya çıkarır. Belki bu gün birisiyle içeceğiniz bir bardak çay, gelecekteki gizlenmiş sevginizi veya dostluğunuzu ortaya çıkaracaktır. Belki de çayı bu kadar tüketmemizin sebebi insanımız gibi sıcak ve samimi olmasındandır.

 

KAYNAKÇA

http://www.coffeeteawarehouse.com/tea-history.html Antik Çin: Çayın Doğum Yeri (çay sembolü)

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/790171 Türk Çay Sektöründe Yasal Gelişim ve 1984 Serbestleştirmesi

https://medium.com/@teforia/mini-course-the-tea-culture-of-turkey-4ce406ee04af Türkiye'nin Çay Kültürü

https://en.wikipedia.org/wiki/Tea_in_Turkey Türkiye'de Çay

https://www.rtb.org.tr/tr/cayin-tarihcesi

https://en.wikipedia.org/wiki/List_of_countries_by_tea_consumption_per_capita Kişi başına çay tüketimine göre ülkelerin listesi

https://ltl-cin.com/cin-alfabesi/#:~:text=%C3%87in%20Alfabesi%20Diye%20Bir%20%C5%9Eey%20Yoksa%20Nas%C4%B1l%20%C3%87ince%20%C3%96%C4%9Frenebiliriz%3F Çin Alfabesi Diye Bir Şey Yoksa Nasıl Çince Öğrenebiliriz?

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SEWOL FACİASI

     16 Nisan 2014 saat 07:30 Güney Kore’de Sewol feribotu ağırlıkta lise öğrencileriyle beraber toplamda 476 kişiyi taşıyordu. Üçüncü kaptan Park Han-kyul ve  dümenci  yani ikinci kaptan Cho Joon-ki dümendeydi. Geminin Maenggol Kanalı'na  girmesine yaklaşık 4 km kalmıştı. Saat 08:20 Üçüncü kaptan,   ikinci kaptana direksiyon sisteminin otomatik pilottan manuel direksiyona geçirmesini söyledi. Çünkü Maenggol Kanalı, bir gemiyi içinden geçirirken aşırı dikkatli olmayı gerektiren güçlü sualtı akıntılarına sahipti. Olay anında koşullar sakindi ve Sewol sıklıkla kullanılan bir rotayı izliyordu. Kanalın farklı bölgeleri sığ suları gibi tehlikelerle doluyken feribotun yolunda şimdilik böyle zorluklar yoktu. Kimilerine göre   ikinci kaptan bu yolu aşmak için yeterinde iyi ve deneyim sahibi değildi. Ancak Kore deniz güvenliği mahkemesi’nin soruşturma raporlarına göre aynı kaptanın farklı gemide birden çok kez bu kanaldan geçtiği belirtiliyordu. Peki gemi kanala yaklaştığı zaman, ik

Süpersonik ses dalgalarıyla orman yangınları sondürülebilir mi?

Ateş pek çok kültürde kutsal sayılır; ışığının beden, ısısının ise ruhu olduğu düşünülürdü. Kimi uygarlıklar ateşe tapındılar. Zerdüştler ateşe, aydınlığa bakılarak ibadet ederler. Çünkü aydınlığın Tanrıları Ahura Mazda’nın fiziksel temsili olduğuna inanırlar. Ortodokslar kutsal Cumartesi günü Kudüs’teki Yeniden Diriliş kilisesinde mucizevi şekilde beliren bir aleve tanık olmak için toplanır. Baharın gelişinde Nevruz ateşi yakılır ve üstünden atlanır. Peki bu ateş nasıl oluşur? Ateşin oluşması için yanabilen bir maddenin tutuşma sıcaklığında oksijen ile temas etmesi gerekir. Yakıt ve oksijen sürekli temas halindeyse yanma sürekli olur. Alevin sönmesi de oksijenin ya da yakıtın yok edilmesi veya sıcaklığın düşürülmesi ile mümkündür. Bir orman yangınının sönmesi için birkaç yöntemimiz vardır. Bunlardan birisi yakıtın tükenmesini beklemektir. Yani tüm orman yok olduğunda yangın sönecektir. Başka bir yöntem ateşin hava ile temasını kesmektir. Bunu da ateşin üzerine su dökerek yapabil

NASA Okyanusları Keşfetmeyi Neden Bıraktı? | Eski haritalardaki canavarlar

     Dünyamızın yüzde 70’i sularla kaplıdır. Kalan %30 luk kısmın yaklaşık %30’u çöl %11’i buz %24’ü ise dağlıktır. Bu durumda insanların Dünya üzerinde normal şartlarda yerleşebileceği yaklaşık %10 alan vardır. Antarktika hariç Dünya’nın neredeyse tüm kıta yüzeyi araştırılmış olsa da okyanuslarımızın sadece %5 lik kısmı keşfedildi ve haritalandı. Bu da demek oluyor ki okyanusların %95i tamamen bilinmezlikten ibaret. Bilinmeyen şeyler genellikle ilgi çekicidir. Çünkü bilinmeyen boşluğu doldurmak insanın hayaline kalmıştır. Okyanusların bu bilinmeyen boşluğunda dans eden deniz kızlarını da hayal edebilirsiniz, devasa bir canavar balina da hayal edebilirsiniz. Büyük keşifler çağı olarak bilinen 1500 lü yıllarda denizciler bilinmeyen sulara yelken açıyorlardı. Bu uçsuz bucaksız sulara yelken açmak o dönemler için cesaret isteyen bir işti. Çünkü bu günkü gibi iletişim imkanlarının olmaması bir yana okyanusların derinliklerinde yaşayan bir canavarla karşılaşabileceklerini düşünürlerdi